4 Şubat 2010 Perşembe

DERİNLİK ARAYIŞI OLMAYAN İNSANLARDA ÖZENTİ, SIRADAN, MEKANİK, GÜZEL AHLAKTAN ANLAMAYAN BİR YAPI OLUŞUR.

ADNAN OKTAR: Zaten tarz diye bir şey kalmadı ki tişört giyiyorlar, kafayı da tıraş ettiriyorlar, bir de blue jean giyiyorlar, ayağında da spor ayakkabı, tarz falan yok böyle bir şey yok. Mesela marka eğer güzelse hakikaten hoş görünüyorsa tabii ki marka tercih edilir. Yani estetiği, görünümü mükemmelse olur yani durumu da müsaitse onda bir şey yok. Ama keşke öyle olsa öyle bir olay yok şu an yani 3 numara tıraş hemen sokağa fırlıyorlar, altına bir blue jean o blue jeani de ayda bir kere yıkıyor veyahut 3 ayda bir yıkıyor. Değil mi? Böyle tek bir tişört, kulağında da tek bir küpe veya iki tane küpe takıyor. Yani yüzünde anlamsız bir ifade sevgi, şefkat, merhamet değil de, nerede hamburger iyi yenir, nerede işte köfteci vardır, işte laf dalaşı yapsın, laf soksun, internete girsin abuk subuk bir lisanla konuşsun. Geçenlerde yine bir örneğini gördüm yani internet dili facia. Yani öyle özenti bir ruhu insanın kabul etmesi ne kadar kendisi açısından yıkıcı ve kendine ne kadar saygıyı kaybettirici bir hareket. Ne mecburiyetin var kardeşim? Nasılsın dediğinde, iyiyim de, ne demek böyle im falan, değil mi? O gıcık üsluba ne gerek? Yani Peygamber efendimiz (sav) diyor, kertenkele delikten girseler diyor, ahir zamanda insanlar o delikten kendileri de girecek. Onlar da girecekler diyor. Yani ne görürlerse taklit edecekler diyor. Yani bu kadar taklitçi olmak çok anormal, insanın bir şahsiyeti bir karakteri bir şahsiyeti vardır değil mi? Bir derinliği vardır, bunlar hem insanlardaki derinliği, hem tutkuyu, hem aşkı, hem aklın o güzel ihtişamını ortadan kaldırır. Bambaşka sıradan, küt, ruhsuz, mekanik robot gibi insanlar meydana getirir, dolayısıyla derinlik ortadan kalkar, derinlik ortadan kalktı mı geriye et ve kemik kalır. Et ve kemikte tiksinti meydana getirir. Et kemikten hiçbir şey çıkmaz. Yani maymunda da et kemik var, sığırda da et kemik var, atta eşekte de et kemik var, etten kemikten hiçbir şey olmaz. Yani onların da üreme organı da var atta eşekte de hepsinde de var. Değil mi? Dişisinde de erkeğinde de var. Ama onların vasfı ortada, insanın vasfı da ortadadır. İnsan insanlığına yakışacak bir yükseklik içerisinde olması lazım. Derinlik olmadan, tutku olmadan, akıl olmadan insan bir hiçtir. Hiçbir özelliği kalmaz. Dolayısıyla bu özenti ruh insanları ruhen boşaltıyor. Yani insanların ruhu adeta alınıyor. Ruhu boşalıyor. Ondan sonra ayakta kalmaya çalışan bir et kemik yığını oluyor, menfaatçi, egoist, kavgacı, şımarık böyle menfaati neredeyse yelpaze gibi o tarafa dönen, şefkatten, merhametten, sadakatten, vefadan anlamayan insanlar oluşuyor. Bir kere vefa hissi kaybolur öyle bir durumda. Vefa kayboldu mu, sadakat kayboldu mu, zaten geriye de insani pek bir şey kalmış olmuyor. Fırsatçı, kalleş, oyuncu yani halk tabiriyle üçkağıtçı tipler türemiş oluyor. Onun için bunun tam zıttı bir kişilik geliştirilmesi gerekiyor. Mesela, İstanbul şimdi Kültür Başkenti ilan edildi. Tamam da şimdi kültür başkenti ilan edildi, hadi bakalım şarkı çıkar, dansöz çıkartıp oynatmak, şarkıcılar, defli, darbukalı falan eğlenceler falan kültür başkenti olduğunu bu şekilde biz vurgulayamayız. Yani bunlar, milletin, bütün dünyanın alıştığı, sıradan gördüğü olaylar, böyle kültür başkenti olma gösterisi olmaz. Bundan böyle bir vurgu da olmaz. Yani zilli, darbukalı falan bunlardan bir şey çıkmayacağı açık belli. Bunların görünümü küt ve sıradan olur. Kültür başkenti ne olur? Türkiye’nin, Türk İslam aleminin lideri olduğunun, şefkatin, merhametin, sevginin beşiği olduğunun vurgulanması gerekiyor. Yani bu fırsatla bunlar anlatılması lazım. Değil mi? Türk’ün merhameti, vefası, sadakati, ince düşüncesi, yatıştırıcı ruhu, anarşiye ve teröre karşı tavrı, sevecenliği, adalet anlayışı, yardımseverliği; bunlar bizim kültürümüzdür. Biz bunları vurgulayacağız. Yoksa yani, mesela, bugün gördüm televizyonda, yani öyle kutlama, onlar, insanlara küt gelir onlar, çok sıradan şeyler. Bir kısmı da çok kötü yani görünüşü.
SUNUCU: Evet, Taksim Meydanı’nın, özellikle kötü şeyler oluyor orada.
ADNAN OKTAR: Yani, genel olarak tabii ki hepsi kötüdür diyemeyiz ama kötü şeyler de oluyor tabii. Dolayısıyla biraz da tabii utanç verici görünüm verilmesi dünyaya pek iç açıcı olmaz, güzel olmaz. Türk’ün asaleti, soyluluğu, olgunluğu güzel tavırları dünyaya çok iyi vurgulanabilir. Değil mi? Bunun için de mesela müthiş imkan var. Allah bir kültür başkenti yaptıysa İstanbul’u, demek ki bunun bir anlamı var. Bütün dinlerin de aynı zaman da kültür başkentidir, değil mi? Hıristiyanlığın, Museviliğin, İslamiyetin de kültürlerinin başkentidir. Bunlar çok iyi ön plana çıkarılabilir. Ama belki zamanla tabii bu şeylerde değişiklik olacaktır. Fakat ben yine her zaman söylediğim gibi söylüyorum, Mehdiyetin zuhuruyla kültür başkentliği, İstanbul’da tam anlamını bulacaktır. Yani Mehdi (a.s) zuhur etmeden, kültür başkentliği olarak, sadece eğlenceyle kültür başkentliği olunmaz. Özellikle de öyle, yani böyle sıradan bazı uygulamalar daha da olayı acayip bir konuma getirebilir. Ama az bir zaman kaldığı için, yani en az değil mi, veyahut en fazla diye değerlendirmiş olsak, on yirmi yıl içerisindedir, inşaAllah. Bu arada biz insanlar olarak, kardeşliği, sevgiyi, barışı, geliştirmemiz gerekiyor.

26 Ocak 2010

www.harunyahya.org/


TELEVOLE KÜLTÜRÜNDE İNSANLAR DÜŞÜNMEKTEN VE ÜRETİCİ OLMAKTAN UZAKLAŞIR

ADNAN OKTAR: Televole kültürü dünyada da var, bizim Türkiyemizde de var, bizim ülkemizde. Vur patlasın çal oynasın, eğlensinler. İşte plajın kenarına koşuştursunlar, şirket promosyon yiyecek dağıtsın onları yesinler. Bedava otel olsun gitsinler orada yatıp kalksınlar. Sonra yine promosyon olarak, onlara bir ikram olarak bedava uçak bileti olsun. İşte oradan bilmem nereye gitsinler. Hayatları böyle macera içinde geçsin. Fakat ne Güneydoğu’daki PKK sorunu onları ilgilendiriyor, böyle tipler de. Ne efendim Afrika’daki insaların açlığı ilgilendiriyor, ne Irak’taki zulüm ilgilendiriyor, ne Filistin’deki kardeşlerimizin çektiği acıları onları ilgilendiriyor, ne efendim, dünyanın diğer ülkelerindeki Müslümanların çektiği acılar, hiçbiri ilgilendirmiyor. Ağızlarına dahi almak istemiyorlar. Çünkü böyle bir konu olduğunda adamların eğlencesi biraz kararmış oluyor. Eğlencelerine münafi olduğu için bu konulara girmek istemiyorlar. Mesela televizyonlarda da öyle programlar oluyor, televole programları. Hep vur patlasın, çal oynasın, kakara, kikiri gülüşmeler, boş izahlar, boş espriler. Yani böyle ipe sapa gelmez izahlar, dolayısıyla beyinleri uyuşturan, insanların böyle kişiliğini törpüleyen, onların derin düşünmesini, derinliğini ortadan kaldıran günü birlikçi, eyyamcı, böyle ucuzcu, bedavacı bir ruh geliştiriliyor. Bunun sonucunda da üretim yapmayan, yani vatanına, milletine bir faydası olamayan ve bunu da zaten hedeflemeyen gibi görünen diyelim, bir kısım insanların gelişmesine vesile oluyorlar. Bu çok ciddi bir tehlikedir. Bir ara devletimizin mühim bir kuruluşu bu konuda devlete rapor sunmuştu. Televole kültürünün, Türk kültürünü, Türk manevi yapısını yıkıcı mahiyette olduğu ve tehlikeli olduğu, uzun vadede tahribat meydana getireceğini, getirebileceğini belirtmişlerdi. Ama bakıyoruz, yine aynı çizgide, aynı kafada devam edenler var. Doğrusu budur. Yani, tamam biz programı yapıyorsa, yapıyordur. Ama, her programın içerisinde insanları büyük ideallere, büyük düşüncelere davet eden, faydalı düşünceleri savunan, güzel ahlakı, sevgiyi, barışı, kardeşliği savunan üslupların aralara yerleştirilmesi lazım. Yani bunun kimseye bir zararı olmaz, faydası olacağı belli. Bundan ısrarla kaçınılmasının hiçbir açıklaması yok. Hiçbir mantığı yok. Bu yıkıcı bir tavır olur. Yani toplumun psikolojisini, moral değerlerini uzun vadede törpüleyen ve hatta yıkıma dahi götürebilecek bir zemin hazırlayabilir. O yüzden bundan kaçınılmasının elzem olduğunu düşünüyorum.
SUNUCU: Evet. Ben bir ara o kadar çok ilerlemişti ki ana haber bültenleri bile neredeyse artık televole haberlerine yer vermeye başlamıştı. Bu da tabi gençlerimizin dikkatini o tarz şeylere çekiyor. Ve, tamamen bir özenticiliğe doğru ilerleme söz konusu oluyor.
ADNAN OKTAR: Öyle bedavacılık, promosyonculuk, bir de ruhları da yani törpüleyen bir şey. Yani o tip bir gencin ruhunda sevgi, şefkat, koruma hissi pek gelişmez. Egoistlik ve bencillik gelişir. Egoist ve bencil olan bir insan da sevilmez. Yani insanlara karşı sevgi duyamaz, suni, sahte sevgiler olur. Mesela geliyor plajda birilerine karşı yılışarak bir şeyler söylüyor, o da ona yılışarak bir şeyler söylüyor ama karşılıklı belli ki ne bir sevgi var, ne samimiyet var, ne bir saygı var. Geçici bir çıkar ilişkisi var. Bu da çok itici tabii. Halbuki derin dostluklar, samimi sevgiler, derin tutku, akıl derinliği. Allah ile coşkulu bağlantı, bütün insanları koruyup kollama ruhu çok güzeldir. Ahiret inancı olması lazım bir insanda değil mi, vatan millet sevgisi olması lazım. Yüksek idealleri olması lazım. Bunlar olmadığında o insanın ruh dünyası fakir olmuş olur, hatta yıkıma uğramıştır, bir anlamda.

14 Ocak 2010

TELEVOLE KÜLTÜRÜ DÜNYADAKİ PROBLEMLERDEN HABERSİZ, BOŞ VE AMAÇSIZ BİR YAŞAMI VE UYUŞMUŞ BEYİNLERİ HEDEFLEYEN BİR KÜLTÜRDÜR.

ADNAN OKTAR:Bakın şimdi gelirken, baktım televizyonda bir kanalda bir televole programı var. Doldurmuşlar insanları yani mesela orada insanlar maden göçüğünün altında kalıyor, anneler feryat ediyor. Biraz önceki haberlerde feryatlar vardı. Daha biraz önce şehit ailelerini gösteriyor. Onların perişanlığını, ailenin, evin perişanlığını, yoksulluklarını gösteriyor. Ev tamamen briketten yapılmış. Yani çok zor bir hayat içerisindeler. Ve oradaki genç gidip şehit olmuş. Televole programına bakıyorum ne vatan sevgisinden bahis var, ne Afganistan’da şehit edilen insanlardan bahis var, ne PKK’nın yaptığı rezilliklerden bahsediyorlar. Ne buna karşı bir çözüm, ne Türkiye’deki ekonomik sorunlarla ilgili konuşma, ne bu Türkiye’de meydana gelen diğer acı olaylar bu kişileri ilgilendirmiyor. Yani vur patlasın çal oynasın, boş işler. Bomboş bir üslupla, bomboş konuşmalar, garip gülüşler ve uyuşmuş bir beyin görüntüsü. Ben eğlenmesinler demiyorum eğlensinler tamam. Ama yani bu kadar boş ve bu kadar amaçsız bir insan olabilir mi? Yani eğlencenin de yeri var ama insanın ideali vardır, ülküsü vardır değil mi? Yani bir insan bizim yanımızda can çekişirken biz oynayıp, eğlenemeyiz. Yani ona bir çözüm ararız, bir şeyler yapmaya çalışırız. En azından bu konudaki rahatsızlığımızı dile getiririz, gayret ederiz. Onun için yani televole kültürü Türkiye’de müthiş tahribat meydana getiriyor. Ve bunun teşvik edilmesi de çok ürkütücü. “Bana ne” kafasından kaynaklanıyor. Yani bana dokunmayan yılan bin yıl yaşasın. PKK varsa var, bana ne kafasında. Yani, çatışmaya askerler giriyor o da beni ilgilendirmez mantığında yaklaşıyorlar. Bu çok ürkütücü. Televole kültürünün telin edilmesi lazım. Yani bunun makul ve mantıklı bir görünümü yok. Mutlaka yüksek ideallerin, yüksek insani duyguların, derinliğin, Allah aşkının, Allah korkusunun, vatan sevgisinin, millet sevgisinin her programda her yerde vurgulanması gerekir. Bomboş bir insan yapılanmasını teşvik etmek çok çirkin ve yanlış. Böyle ülkeler bir süre sonra Allah esirgesin dünyanın birçok yerinde gördük yıkıma uğramışlardır. Yani gafilliğe insanları itmek, delalete itmek, beyin uyuşukluğuna, umursamazlığa itmek zaten Marksistlerin de bir hedefidir. Masonların da bir hedefidir. Onların tam istediği şeyler olmuş oluyor. Çünkü Marksist düşüncede aile, din, devlet, milli duygular, üstün ahlak düşüncesi, yüksek ülküler mutlaka kaldırılması gereken düşüncelerdir. İnsanları amaçsız, gayesiz, sürü haline getirmeyi düşünen bir yapıdır; komünist düşüncede, masonik düşüncede. Buna karşı çok köklü bir tedbir alınması gerekiyor. Bunlardan biri de televole kültürünün önlenmesidir.

18 Aralık 2009

www.harunyahya.org/

HarunYahya.FM